top of page
Ara

Anksiyete Bozukluğu

Kaygı ve endişe insanın doğasında var. Bunları hayatta kalabilmek için farklı farklı savunma mekanizmaları olarak görebilirsin. Ancak, bu yazıda, anksiyetenin psikolojik hastalık kısmını inceleyeceğiz. “Anksiyete bozukluğu var” diyebilmemiz için, kaygı seviyesinin çok üst seviyelerde yaşanıyor olması gerekmekte. Anksiyete dünyadaki en yaygın psikolojik hastalıktır. Çevremizdeki insanlar bunu bilmediğinden dolayı “Boşver, geçer” gibi yorumlar yapıp, bir başkasını çok da sağlıklı olmayacak şekilde yönlendirebiliyor. Bu durum, o insanın anksiyetesinin çok daha artmasına sebep olabilmekte. Kişi, kendinde bir problem olduğunu düşünüp, kendini yargılamaya başlayabiliyor ve durumu anlamlandırmaya çalışabiliyor. Belki de anksiyetenin bir üst seviyesi olan panik atak boyutunda da yaşayabiliyor.



Scott Stossel’in My Age Of Anxiety (Anksiyete Çağım) adlı kitabında da yazdığı ve pek çok araştırmada da görüldüğü gibi her altı kişiden birinin, hayatlarında en az bir sene anksiyete yaşayacağını söylüyor. Anksiyeteyi anlamlandıramıyorsak, bu hastalığı geçirmek bizim için hiç kolay olmayabiliyor. Diğer yandan, anksiyetenin genetik bir boyutu da vardır.


Anksiyete hayatımızı çok utanç verici, endişe dolu ve stresli bir hale getirebiliyor. Ben de, anksiyete ile yedi senemi geçirdim. Son dört yılında ise, anksiyetenin bir üst formu olan panik ataklar yaşamaya başlamıştım. Bu seviyede insanın kaygıları ve endişeleri çok daha artmaya başlıyor. Terliyordum, kızarıyordum kalp atışımı kulaklarımda hissediyordum ve gözlerim kararıyordu… Dolayısıyla seni anlıyorum, bu durum hiç kolay bir şey değil.


Anksiyete dediğimiz kavramın en temeli, çocukluk zamanlarında atılmaya başlanmış olabilir. Ailenin sana söylediği cümleler veya spesifik travmalar olabilir. Çevrenden, arkadaşlarından veya öğretmeninden duyduğun herhangi bir söz bile bu durumun yaşanmasına sebep olabilir. Diğer yandan, bunun genetik kısmı da var. Ailende anksiyete bozukluğu yaşayan veya yaşamış olan kişiler varsa, genetik olarak sana geçmiş olabilir. Eğer böyleyse, bazı hormonların, diğer insanlara göre biraz daha az çalışıyor olabilir. Haz alamamak, daha stresli veya kaygılı olmak buna örnek olabilir. Bu durumda, hormonlar kontrol altına alınırsa, anksiyetenin de geçebileceğini söyleyebilirim. Bunun için de psikiyatrik ilaçlar var. Bir psikiyatriste giderek, anksiyeteyle alakalı ilaç kullanmak, senin biraz daha iyi hissetmene yardımcı olabilir. Diğer yandan Stossel’in kitabında yazdığı gibi, klinik araştırmalar da şunu gösteriyor, insanlar ilaca başladığında biraz sıkıntı yaşayabiliyor, vücudun alışması zaman alabiliyor. Semptomlar çok artarak daha kaygılı ve gergin hissedebiliyorsun. Daha sonrasında ise vücut alışıyor. Ancak, ilacı bıraktığın zaman, kaygıların tekrar geri gelebiliyor. Çünkü sen, zihnindeki kaygıların kökenini ve seni tetikleyen olayları çözmediğinde, bunlar tekrar geri gelebiliyor ve aynı şeyler yine yaşanabiliyor. Genetik olarak belki sende anksiyete bozukluğu olabilir ama stresli olaylar yaşamak seni tetikliyorsa, buna hayatın boyunca dikkat etmelisin. Seni tetikleyen olayları kontrol ederek önlem almış olursun ve hayatını çok daha iyi bir şekilde yaşayabilirsin.


Diğer yandan ise anksiyete bozukluğunun terapi boyutu var. Danışanlarıma nasıl yardımcı olduğum konusunda bilgilendirme yapacağım. Anksiyetenin üstesinden gelmek istiyorsak, özellikle terapi senin için çok etkili olacaktır. Terapi, kendini biraz daha tanımaya ve anksiyeteyi çok daha sağlıklı bir seviyeye indirmene yardımcı olacaktır. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Mindfulness (Farkındalık) Terapisi olarak geçen bu iki yöntemi, özellikle çok kullanıyorum. Seanslarımız bolca farkındalık, düşüncelerimizi şekillendirme ve bilgi edinme odaklı üç farklı kategoriden yola çıkıyor. Anksiyetenin en temel özelliği, senin, diğer insanlara oranla biraz daha farklı düşünmenden kaynaklanan bir savunma mekanizması diyebiliriz. O yüzden bizim ilk önce senin zihnindeki düşünce şeklini değiştirmemiz önemli. Çünkü düşünce şeklini değiştirdiğin zaman, duygularını da değiştirebilirsin. Bu da Bilişsel Davranışçı Terapinin en temel ilkesidir. Zihninde anksiyeteni tetikleyen düşüncelerin neler olduğunu fark etmemiz önemli. Diğer yandan da Mindfulness dediğimiz yani farkında yaşam da oldukça önemlidir. Biraz daha farkında olarak, sorgulayarak, duygularımız ve bedenimizle o anda yaşamaya çalışarak, kendimizi tanımamıza yardımcı oluyoruz.


Anksiyete yaşayan kişilerde en çok gördüğüm birkaç düşünce şekli var. Birincisi; “mükemmelliyetçilik.” Olaylara başlarken en iyi şekilde yapılması gerektiğini düşünen insanlar anksiyeteyi çok daha yüksek seviyede yaşayabiliyor. Diğer bir düşünce şekli ise ilk örnekle bağlantılı olarak, “hata yapmaya izin vermemek.” Biz kendimizi hiç hata yapmaya izin vermeden direkt olarak mükemmele ulaştırmaya çalışıyorsak, kendi içimizde çok daha fazla problem yaşayabiliyoruz. Benim o dönemlerimde uyguladığım mottom şuydu: “ Ya olmazsa deme, neden olmasın.” Sürekli endişelenmek yerine, neden olmasın bir deneyeyim demek, daha sağlıklı olabilir. İlk önce kendine kötü ve başarısız olmaya izin vermen önemli. Kusurlu olmaya izin ver çünkü hiçbirimiz kusursuz değiliz. Her birimiz sıfırdan başlayıp, zaman içerisinde kendimizi geliştiriyoruz. O yüzden bu konuda kendine biraz daha anlayışlı olabilirsin. Diğer bir nokta ise, anlayışsız, şefkatsız ve ağır eleştiri yapmak olabiliyor. Özellikle bunu biz kendimize yapıyoruz. Diyelim ki sen olduğun yerde duruyorsun ve çevrendeki kişi, devamlı olarak sana kusurlarını hatırlatıyor. “yapamadın, eksik, başarısızsın…” Eğer ki anksiyete bozukluğumuz varsa bu eleştirileri çevremizden daha çok, biz kendimize yapabiliyoruz. Dolayısıyla, kendini sürekli negatif şeylere odaklamak yerine, kendine daha şefkatli ve anlayışlı olup, “Başarısız olduysan bu bir problem değil, ben senin yanındayım.” diyebilmek önemli. Diğer bir önerim ise, kendini affedebilmek önemli. Bu tarz insanlar genelde kendini ve geçmişini affedemeyen insanlar olabiliyor. Kendi içinde neler varsa yavaş yavaş çevrendeki insanları da öyle görebiliyorsun. Dolayısıyla, kendimize karşı affedici olmak önemli.


Biz kendimizi, “özümüzü” dinlemediğimizde, kendimizden uzaklaşıyoruz. Uzaklaştıkça pek çok psikolojik problem meydana gelebiliyor. Dolayısıyla özünü her zaman dinlemelisin. Eğer anksiyeten varsa büyük ihtimalle, kendi ihtiyaçlarını karşılamıyor, kendini erteliyor ve sana iyi gelmeyen şeyleri yapıyor olabilirsin. Özünü dinlemek, kendine biraz daha anlayışlı olmak bütün psikolojik problemlerimizin üstesinden gelmemizde bize yardımcı olabilecek en önemli davranış olacaktır.


Umarım bu yazı senin için de faydalı olmuştur. Eğer benden bu konularla ilgili online terapi almak istersen lütfen hiç çekinme. Samimi bir şekilde konuşarak, pek çok şeyi aşabiliriz. Şimdilik kendine çok iyi bak. Görüşmek üzere!

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page